İnsanların düşünme yetilerinin elinden alınmasıyla birlikte, önlerine konulan bilgileri sorgulama dirençlerinde de ciddi düşüşler gözlenmeye başladı. Bu durum hayatımızın her noktasında bizim için bir tehdit olarak kabul edilmekte. Fakat bunun da ötesinde, doğrunun nesnelliğini yitirmesi ve kimse tarafından güvenle hazmedilememesi, birçok kurum ve kuruluşun fayda sağlayabileceği gri alanlar yarattı. Bu yeni gerçeklik içerisinde kitleler ve çoğunluklar; doğruları onaylayan kurumlar olarak konumlanmaya başladılar.
Post-Truth çağında nesnesel hareketlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olduğu ortadadır. Bu nedenle doğru artık tek değil, düşünce ve fikir önderlerinin parmaklarının ucundadır. Doğrunun ne olduğu değil, bize yakın olanın doğru olduğu bu dönemde bireylerden yola çıkarak zaman içerisinde kitlesel bazlı hipernormalleşmeler oluşmaktadır. Olaylara derinlemesine bakmayı bırakan ve tek boyutlu düşünmeye başlayan insanoğlu, zaman içerisinde algoritmalar tarafından geçmiş deneyimleri veya çevresi tarafından şekillenmiş kendi yankı odaları içerisine hapsolup “algoritmalaşmaya” başlayacaktır. Fazlasıyla göz önünde fakat yüzeysel kalan bu alanın oksijen tüpü sosyolojidir. Toplumu anlamadan yapılacak hiçbir çıkarım doğru olmayacaktır. Çünkü bu durum kitlesel bir realiteye dönüşmüştür. Artık ne yalnızca psikolojiden ne de yalnızca teknolojiden beslenerek aydınlatılamaz.
Dünyaya yön veren 25 bilim insanından biri olarak bilinen Tristan Harris’e göre büyük teknoloji markalarının yeni hedefi, “İnsanların psikolojik zaaflarından yararlanarak dikkat yarışını önde tamamlamak.”
Bu noktada markaların en çok yararlandıkları zaaf ise “Social Approval” olarak kabul edilen toplum tarafından onaylanma dürtüsü. Bu durum, yüzyıllardır insanlığın en yumuşak karınlarından biri olarak ele alınmaktadır. Özellikle yaşıtları tarafından onaylanmak, beğenilmek genç yaşlarda anksiyete tedavisi görmeye neden olacak seviyelere ulaşacak kadar büyük bir problem olarak gençlerin hayatlarında yer almaktadır. Markalar ise bu acı noktasından yararlanmayı amaçlamaktadır. Bu doğrultuda yazılımsal ve teknolojik gelişimlerinin yanı sıra psikoloji ve sosyoloji bilimlerini mümkün olduğunca efektif bir biçimde kullanmaktadırlar. Tristan Harris bu durumu şu şekilde özetlemektedir, “Ekranın arkasındaki insanlar, ekranın önündeki insanlardan daha güçlü.”