Yayılmacılığın bir kolu olan Kültürel Emperyalizm, yani kültürel yapının kendi değerlerini ve pratiklerini başka kültürlere bilerek veya bilmeyerek dayatıp bu topluluklarda kültürel yozlaşmaya yol açması, özellikle küreselleşmenin tartışıldığı bu dönemlerde, anlaşılması elzem bir kavram olarak görülebilir. Bir gücün dominasyonunu ve nüfuzunu tam anlamıyla uygulaması sadece askeri araçlara yapılmaz. Bir toplumun veya yapının pratiklerine bir süreç içerisinde o güç eğer ki kendi kültürel araçlarını entegre edebiliyorsa, entegre edilen yapının kültür yozlaşması söz konusudur. Bu aksiyon daha çok üst yapının, bazen nüfus bazen ekonomi ve bazen politik güç etkeniyle veya hepsiyle, daha güçsüz bir yapıya empoze edilmesiyle meydana gelir. Tabii bu durum, çoğu zaman söz konusu güçsüz yapıların kurban edilmesine yola açar.
Kültürel Emperyalizm içeriği tarih boyunca çoğu emperyalist devletlerin dış politikalarının önemli parçaları olmuştur. Bu süreçlere en akılda kalıcı örnekler Afrika’nın Sömürgeleşmesi, Soğuk Savaş dönemi Sovyetler Birliği’nin uydu devletleri üzerindeki kayıtsız ve metazori nüfuzu, Anglosfer (Anglo-Amerikan Kültür) dominasyonu ve takip eden liberal-demokratik dünya olarak görülebilir. Fakat pek tabii kapsam bununla sınırlı değildir. İmparatorlukların varlığı, dinlerin yayılımı, sömürgecilik de bu kapsam içinde değerlendirilebilir.
Şüphesiz sömürgeciliğin başat bileşenleri olarak görülen kültürel emperyalizm, modern sistemde yaygın medyanın insanlara yorum ve kritik şansı tanımamasının -ki bunu asla istemez- da etkisiyle, fark ettirilmeden uygulanmaya ve insanlara kabul ettirilmeye açık hale gelmiştir. Artık Batılışma olarak bahsedilen bu modern süreç, tarihte konvansiyonel olarak Avrupalılaşma şeklinde söylenir. Güney Asya, Hindistan, Amerika, Afrika gibi topraklarda uygulanan ve Avrupalının pratiklerini, yaşamlarını, kültürlerini ve benzeri alanlarda söz konusu bölgelerde yaşayan halklarınkine kıyasla daha üstün ve düzgün olduğunu iddia edip çoğu vakit bilinçli şekilde bu özellikleri dayatması süreci ile tavan yapan -ki sınırlı olarak buna Osmanlı döneminde Tanzimat döneminde artık boyut kazanan, toplumuna yakışan fakat bazı kesimlerce toplumsal uyumu tartışılan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş prensiplerinin esin kaynağı olarak görülen Batılılaşma da örnek verilebilir-, özellikle son asırda çokça Batılılaşma olarak adlandırılan bu süreç artık tabiri caizse batılı olmayan toplumları ayakta uyutur hale geldi. Bu noktada, 1963’teki bağımsızlığına kadar önce 19. Yüzyıl sonlarına kadar sınırlı şekilde Almanya ardından Britanya hakimiyetinde kalan Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyatta’nın şu sözü manidardır: “ Beyaz adam geldiğinde ellerinde İncil, bizim de topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.” Kenya bu süreç sonucu hala %80’den fazla oranda Hristiyan çoğunluklu bir nüfusa sahiptir. Şu an belki ne bir beyaz adam ya da misyoner gelmese de, batı kültürü artık kitle iletişim araçları ile kalan dünyayı kendine benzetmeye çalışmakta. NPQ dergisi editörü Nathan Gardels de bu konuya şu sözleriyle çok güzel değinir: “ Amerika CIA ya da ordusu ile giremediği yerlere MTV ya da Hollywood’u gönderir.” Bu yollarla, hayat pratiklerini, kültürünü özendirmeyi ve yaymayı amaçlar. Türkiye’de oluşan batı özentiliği, üniversitelerde verilen %100 ingilizce bölümler -ki bunda egitim sistemi gibi alanlardaki kusurların da büyük payı vardır-, benim bu yazıda kullandığım bir çok Türkçe karşılığı olmasına rağmen İngilizce yapılar söz konusu süreçlerin ürünleri olarak görülebilir.

Bu konu etik tartışmaları beraberinde getirir. Tamamen empoze edenin çıkarına çalışan bu süreç pek âla empoze edilenin de çıkarlarına hizmet edebilir. Su götürmez kusur ve eleştirilerine rağmen liberal demokratik ülkelerin geri kalanlara oranla istatistiksel olarak daha mutlu olması bu teze kanıt niyetinde olabilir. Fakat tabi yukarıda bahsedilen sömürgecilik gibi metazori uygulamaların cok da savunulacak bir yanı olmadığı da bir gerçektir. Günün sonunda her dönemin kendi dinamikleri doğal bir gidişat halinde oluşur, bu dinamiklerin oluşumunda rol alan basit ve çıkarı peşinde bir iradeye sahip varlıklar olan insanlar da bu süreçleri önemli bir seviyeye kadar kaçınılmaz kılar. Her dinamiği de kendi dönemine göre irdelemek önemlidir, zira küreselleşme dönemi bambaşka bir başlıktır. Fakat kültür emperyalizminin matematiği çok büyük oranda aynı raylar üzerinde ilerlemeye devam eder.
Kaynakça:
Sparkes, Verone (1977). “TV across the Canadian border: Does it matter?” Journal of Communication. 27 (4): 40-47.
Monga, C. 1996. Anthropology of Anger: Civil Society and Democracy in Africa
Özdemir, N. & Akpınar, B. (2002). Kültürel Emperyalizm ve ‘Yeni Medya’: Türk Toplumunda Kore Kültürü Örneği. Olgu Sosyoloji Dergisi, 1(1), pp. 20-26