Tüketim tarihsel olarak her ne kadar üretim kadar eski bir insan faaliyeti olsa da bir toplumsal mesele olarak incelenmesi 19. yüzyıl sonu ve ciddi olarak 20. yüzyılın başlarını bulmuştur. Bunun nedeni tüketimin, üretim gibi öncüllerin son evresi olduğundan tarih boyunca genellikle edilgen bir faaliyet olarak görülmesinde aranabilir. Bu yüzden tarih boyunca toplumsal analizler, daha çok üretim süreçlerine odaklanmıştır. Ancak özellikle sanayi devrimi ile birlikte üretim süreçlerinde yaşanan büyük değişimler, tüketimin de önem kazanmasına yol açtı çünkü artık artı bir üretim söz konusuydu ve bunun tüketiminin nasıl sağlanacağı da bir mesele olmaya başlamıştı. Böylelikle tüketim de toplumsal bir mesele olarak teorisyenlerin daha fazla dikkatini çekmeye başladı.
Lacan ve Tüketim Arzusu
Arzunun insan psikolojisi ve toplum ilişkilerinde oynadığı rol, Fransız psikanalist Jacques Lacan tarafından derinlemesine ele alınmıştır. Her ne kadar Lacan’ın arzu kuramı psikanalitik bir teoriyi işaret etse de toplumsal olana dair de ışık tutar. Şöyle ki arzuların manipülasyonu sonucunda oluşan tüketim talebi, toplumsal ilişkilerin yeniden tasarlanmasını sağlar.
Günümüzde tüketim, toplumlar ve bireyler için tanımlayıcı bir faaliyet hâlini almıştır. Bireyin tükettikleri onun kimliğini inşa eder. Hatta bu doğrultuda bazen tüketim üzerinden bir persona yansıtma çabasına girer. Yani fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamak yerine tüketim yoluyla bir ego (ben) inşa etmeye çalışma hâli vardır.
Lacan’ın çalışmaları, kimlik oluşumu ve tüketim arasındaki etkileşimi anlamak için yol göstericidir. Lacan’a göre arzu, talepte ihtiyaçtan geriye kalan şeydir. Bu bağlamda Lacan, bireylerin tüketim kimliklerinin oluşmasında “Ayna Aşaması” teorisini öne sürer. Lacan, öznenin yani bireyin içinde doğduğu simgesel dizgeyi “başka” olarak adlandırır. Bu simgesel dizge kendini dilde gösterir. Özne kendini simgesel dizgeyle girdiği ilişkiyle tanımlar. Simgesel dizge yoluyla dışarıdan empoze edilmiş olan şeyler, birey tarafından içselleştirilir. Böylece kültür gibi toplumsal normlar, özne tarafından tanınmış olur. Lacan, bu öznenin içinde doğduğu simgesel dizgeyi içselleştirme durumuna “öznenin yarılması” adını verir. Bu sürecin sonunda özne benliğini yitirmiştir. Özne, simgeselin oluşturmuş olduğu aynada arzularını görür. Yani kimliğini ve arzularını başkalarının yansımaları aracılığıyla inşa eden özne, aynada da sahip olduklarını değil, eksikliklerini görür. Arzularını eksiklik üzerinden tanımlayan özne, sürekli bir arayış içindedir. Eksikliğini giderme arzusuyla çıktığı bir arayış…
Kapitalizm tüketme arzusunu bu “eksiklik” unsuru üzerinden kurgular. Sürekli sahip olunması gereken tüketim ürünleri vardır ve bunlar tamamlanınca bireyin mutlu olacağı yanılması oluşturulmaya çalışılır. Tüketimin gerekliliği sorgulandığındaysa bunun bir ihtiyaç olduğuna inandırma çabası başlar. Reklamları düşünelim, sürekli bir eksiklik vurgulanır ve de ardından bu eksikliği giderecek “harika” bir ürün tavsiyesiyle gelir. Peki bu tüketim mutluluğu getirir mi? Hayır, bu sadece bir ütopya pazarlamasıdır. Bu ütopyaya ise ancak tüketim biletiyle gidilebilir. Ancak tüketim sonrası o yoksunluk hâli giderilmez.
Aşamaların tespitini şöyle yapabiliriz: önce sermaye sahiplerinin denetimi altında olan iletişim araçları tarafından bir eksiklik kurgulanır. Ardından iletişim araçlarıyla öznenin bu eksikliği içselleştirmesi sağlanır. Bu eksikliği içselleştiren özne, ona sunulan ürünü tüketmek için arzu duyar ve tüketimi gerçekleştirir. Böylelikle özne, tüketim döngüsüne girmiş olur. Öznenin hissettiği bu yoksunluk tüketim sonrasında yok olmaz. Ancak bu asla bir problem değildir. Kapitalizm ona yeni bir ürün ve bunun tüketilmesiyle birlikte yeni bir ütopya sunar. Eksiksiz yaşamın peşinde ütopya avuntusuyla koşan özne, bir kısır döngü içerisinde doyumsuzluğuyla kıvranır. Nihayetinde tatminsizlik hissiyle ne yapacağını bilmeyen özne huzursuz bir hâl alır.
Dahası sistem tarafından özneye eksikliklerini giderme misyonu yüklenmiştir. Öyle ki özne, hayat planlamasını ve beklentilerini suni eksikliklerine göre şekillendirir hâle gelmiştir. Şöyle etrafımızdaki insanların ya da kendi hayallerimizi düşünelim: bunlar yüksek ihtimalle lüks bir araba, yazlık ya da pahalı bir saat gibi metalar olacaktır. Bu eksikliklerin temini gerçekleşince mutluluk ütopyası gerçekleşecektir. Bunun avuntu olarak sağladığı psikolojik teselliyi takdir etsem de ulaşıldığı zamanki tatminsizlik hissi yıkıcı olacaktır.
Mutluluğu madde teminiyle bir tutmak şüphesiz yanılgıdan ibaret olacaktır. Düşünülünce aslında hayatta en güzel şeylerden birçoğunun bedava olduğu ve doğada bulunduğu fark edilebilir. Güneşin doğuşunu ya da batışını izlemek, ormanda yürüyüş yapmak, hayvan sevmek ya da âşık olmak gibi. Ancak tüketim bandına girmiş bir özne için bu gerçek anlamını kaybetmiştir. Yoksunluk özne için ayıp bir hâl almıştır. Bundan dolayı kendisini suçlu hisseder ancak buna sebep olan toplumsal adaletsizlikle savaşmayı düşünmez. Hangi şekilde olursa olsun zenginleşip yoksunluğunu gidermek vardır aklında. Tüketmek zorundadır çünkü tüketince özgürleşeceğine inanır. Kötü haberse özgürlük AVM’den satın alınacak bir meta değildir.
Kaynakça
Çelik, Deniz (2021), “Kapitalist Söylemde Zevk ve Lacanyen Etik”, bitig Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. 1, S. 1, s. 173-181.
Şüküroğlu, V. K. (2018). Tüketim Toplumu: Tüketici Kimliği ve Sembolik Tüketim Açısından Bir Değerlendirme. Kastamonu İletişim Araştırmaları Dergisi(1), 1-23.
Terry Eagleton, Marx Neden Haklıydı, Yordam Kitap, 2023
Özmen, Erdoğan, Lacan, Ayna Evresi ve Marx, Birikim Yayınları, 2022