“Can sıkıntısı” düşünüldüğün hemen akla şu soru gelir: “nasıl geçer?” Kurturulması gereken bir durum olarak kodlanmıştır zihinlerimizde. Neden ondan kurtuluyoruz ki? Ne var ki ondan kurtulmak için başvurulan eften püften eylemler genellikle onu ertelemekten öteye geçmez. En sonunda yine sıkıntınla baş başasındır. Nietzsche, Tanrı’nin dahi sıkıntıya yenik düştüğünü söyler. Kendi sıkıntısının üstesinden gelmek için insan denilen oyuncağı yaratmak zorunda kalmıştır, başka türlü kendi varlığına, gücüne ve kudretine nasıl tahammül edebilirdi? Hatta ilk varoloşçu filozoflardan Kierkeaard, Adem ve Havva’nın ilk günahlarını işlemesine can sıkıntısının sebep olduğunu belirtir.
Ancak asıl mesele sıkıntıyı nasıl kullandığımızdır. Aristo için “boş zaman” cahillerin can sıkıntısıdır. Sıradan insanlar sadece zamanı geçirmeyi düşünürler; herhangi bir yeteneği olan kimse ise ondan yararlanmayı düşünür.
Bu bakımdan can sıkıntısını bir arayışın kıvranışlarına benzetebiliriz. Bu arayışı sürdürebilmek, onun sancısını göğüslemekten ve onu doğru zamana kadar içinde misafir etmekten geçer. Ancak bu şekilde sıkıntı, aklın üretim sürecini tetikleyebilir. Doğum her zaman sancıyla birlikte gelir. Tıpkı birazdan çocuğuna can verecek hamile bir kadının çektiği sancı ya da filiz verecek toprağın genleşmesi gibi.
Newton’u düşünelim. Eğer Newton ağacın önünde otururken meşguliyet sahibi bir insan olsaydı muhtemelen kafasına elma düştüğü zaman bir küfür savurup o elmayı tekmelerdi. Ancak şanslıyız ki Newton, o an bunu yapmadı ve kafasına düşen elma üzerine düşündü. Sonuç: bilim tarihi değiştiren evrensel kütleçekim yasasının keşfi.
Mesele çalışmak ya da aktif olmak değil, üretmek. Kapitalizm, bireyin üretmesini istemez çünkü zaten onun yerine üretilmiştir ve bireye onun ürettiklerini tüketmek kalır. Kapitalizmin can sıkıntısını geçirmek için bir sürü fikri ya da aracı vardır. Sıkıntısıyla ne yapacağını bilemeyen insanın önüne zamanını geçirebileceği meşgaleler atmıştır. Fakat, can sıkıntısını alt etmenin bu çareleri sadece statükoyu sürdürmeyi sağlar.
Günmüzde teknoloji can sıkıntısını yok edip zaman geçirmek için en cazibeli araç. Ancak can sıkıntısını ertelemekten öte bir kârı yok. İnsan sadece sosyal medyada kaydırdığı beş on saniyelik videolarla oyalanıyor. Yeter ki can sıkıntısını fark edip sorular sormaya başlamasın. Kapitalizm bunu asla istemez çünkü sorgulamak üretimin öncülüdür.
Meselenin daha da temeline inersek insan, can sıkıntısını geçirecek, huzuru ya da mutluluğu dışsal kaynaklardan sağlayamaz. Huzurlu insan kendine yeten insandır. Schopenhauer bu konuya şöyle yaklaşıyor: “Zihinsel güçlerle donatılmış bir insan, düşünce dünyası zengin, canlı ve önemli bir varlıktır: Onu, kendini onlara verebildiği kadarıyla değerli ve ilginç nesneler ilgilendirir ve kendi içinde de en soylu hazların kaynağını barındırır.”
İnsan can sıkıntısına karşı yalnız savaşçıdır. Bu savaş doğası gereği yıkıcıdır çünkü soru sormaya başlarsın. Bu sorular insanın bazı şeyleri kendinde ya da çevresinde yıkmasına yol açar. Burada bir diyalektik vardır. O yıkıclık yeni bir inşayı birlikte getirir. İnsan o sıkıldığın düzeni yıkıp yerine yeni bir koymayasın diye zaten canımızın sıkıldığını farkedilsin istenmiyor. Hakan Günday bu durumu şöyle açıklıyor “Her kim sıkıntısını örtüyorsa insan onun kölesi olur. Kölenin canı sıkılmaz. Çünkü vaktin bile kendsine ait olmadığını düşünür. Eğer canın hiç sıkılmıyorsa, bil ki sahibin vardır.” Bunun için sürekli tüketime teşvik eden muhteşem bir oyalanma endüstrisi var. Bu pazarda, plastik konularla oyalanmamak, can sıkıntısını üretkenliğe dönüştürmek direniştir.
O zaman burada mesele şu: Sen hangi tarafta olacaksın, üreten mi yoksa tüketen mi?
Schopenhauer, herkesin kendine döndüğü yalnızlıkta, bir kimsenin kendinde neye sahip olduğu ortaya çıktığını söyler. Kendisiyle yüzleşmek istemeyen kişi, kendinden kaçarak başkalarıyla oyalanır. Zamandan nasıl yararlanabileceğimizi düşünmek yerine onu nasıl geçirebilirim kaygısındadır. Oysa ki isanının kendisiyle baş başa kalabilmesi en değerli mülküdür.Bırakın canımız sıkılsın, plastik konularla oyalanmak yerine boş boş duvarlara bakalım. Kendi irademizin farkına varalım. Ancak o zaman değişir ya da değiştiririz.
Kaynakça
- Arthur Schopenhauer, Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar, Alfa Yayınları, 2020
- Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, Say Yayınları, 2021
- Hakan Günday, Tuhaf Dergi, 2019
- Derviş Aydın Akkoç, Can Sıkıntısı, Birikim Yayınları, 2015