Yükselişinin etkilerini mimaride hissettiren Neoklasik tarz 19.yy sonları ve 20.yy başlarında ortaya çıkar. Mimari’de yerel bir Türk tarzın hedeflendiği ve aynı zamanda Osmanlı ögelerinin de barındırıldığı -ki bu yüzden bazı kesimler bu akıma “Yeni Osmanlıcılık” adlandırmasını da kullanmışlardır.- bu tarz, çoğunlukla kamu binalarında görülmüştür. Öncüleri, Almanya’da öğrenim gören ve Laleli Apartmanlarından 4. Vakıf Han’a kadar birçok eserin yaratıcısı Mimar Kemaleddin ve Haydarpaşa ve Moda İskelelerinden Sirkeci Postahanesine kadar eseri bulunan, Fransa’da eğitim gören Mimar Vedat Bey’dir. Söz konusu öncüler sayesinde Neoklasik Üslup dikkat çekici bir seviyede yayılmıştır. Birinci Ulusal Mimarlık Akımı da denen bu mimari akım, ilk izlerini, İstanbul’u modernleştirme amacı güden İttihat ve Terraki döneminde (1908-1918) bırakır. Söz konusu tarih aralığında İstanbul’da sadece binalarda değil parklar ve meydanlarda da bir modernleşme söz konusudur. Birinci Dünya Savaşı, İstanbul’un Emperyaller tarafından işgali ve Kurtuluş Savaşı’nın ardından bu modernleştirme hareketini olumlu ya da olumsuz gidişatta Fransız bir Mimar olan Henri Prost, Prost Planı ile devam ettirmiştir. Özellikle 1930 sonrası ve 20.yy’ın ortalarına doğru, bu mimarı akım yerini betonarme tekniğinin egemen olduğu Mimari Akım’a bırakmıştır.
İstanbul’da Neoklasik Türk Üslubu’nun en göz alıcı ürünlerinin başında, şehrin yedinci tepesi olan Kocamustafapaşa’ya konumlanan Bulgur Palas gelir. Yapının özgün ismi, 3. Ve 4. Dönem Meclis-i Mebusan Mebusu olan Mehmet Habip Bey tarafından yaptırıldığından , Bolulu Habib Bey Konağı’dır. Kendisi tahıl ticareti ile zenginleştiğinden, Bulgur Kralı Habib Bey olarak ünlenmiştir ve dolayısıyla yapı “Bulgur Palas” ismini buradan alır. Mehmet Habip Bey yapıyı 1912’de Neoklasik Türk Üslubu’nun önemli temsilcilerinden biri olan İtalyan mimar Giulio Mongeri’ye tasarlatmıştır, fakat yarattığı borç yükü sebebiyle tamamlanamamış ve kendisinin 1926’da ölümünün ardından ailesi tarafından borçlarına karşın Osmanlı Bankası’na devredilmiştir. Banka tarafından arşiv evi ve lojman olarak bir süre kullanılan yapı, 2001’de Osmanlı Bankası’nın Garanti Bankası bünyesine girmiştir. Yapı, yaklaşık 20 yıl boyunca sakinlerin erişimine izin verilmeyen özel bir mülkiyet olarak kalmıştır ve 2021 yılında İstanbul Belediyesi tarafından satın alınıp, 28 Şubat 2024 tarihi itibari ile kütüphane, sergi alanı, kafe, ve İstanbul’u ayaklarınızın altına seren seyir terası eşliğinde şehir sakinlerinin erişimine açılmıştır.

Üç kat ve bir yarım kattan oluşan yapıya “İstanbul Senin” uygulamasındaki İBB Kültür sekmesindeki Karekod ile giriş yapılıyor. Yine uygulamadaki karekod ile bina içerisindeki kütüphanenin 2. Katındaki kafede ücretsiz kahve de edinilebilir. Pazartesi hariç her gün 10.00 ile 19.00 saatleri arasında açık olan yapının kütüphanesi akşam 21.00’e kadar eşsiz manzara eşliğinde hizmet vermektedir. Yapı, Fatih merkezden, yolda Fatih Sultan Mehmet’in hocalarından biri olan Molla Gürani’nin türbesi ile karşılaşabileceğiniz bir yolla, biraz yürüyerek de ulaşılabilen bir konumdadır. Şehirleşme ile belki de gereksiz fazla seviyede iç içeleşmiş olan İstanbul’da bunun gibi sayısız ve keşfedilmeye açık doku mevcuttur. Umarım bu yazı bu konuda da meyve verici motivasyonlara vesile olur.
